Wednesday, April 13, 2005

Âfitâb-ı gülzâr, tuğ-ı şâhî, ferah-âver, nîze-i rummânî, bî-mânend,.. kisaca: LaLe!


© John Perkinson

Yoktur bu âb u tâb ne mihr ü ne jâlede
İzhâr-ı kudret eylemiş Allâh şu lâlelede


Demek olur ki: “Şu lâledeki parlaklık ve berraklık ne güneşte, ne de çiğ tanesinde var. Galiba Allah şu lâleyi yaratırken insanlara kudretini göstermeyi istemiş. (veya Lâle kelimesiyle Allah ism-i celali aynı harflerle yazıldığı için lale’ye bakanlar oradan “Allah” adını okurmuşlardır).”


© Heidi Swanson

Lâle, her ne kadar atalarımız tarafından Ortaasya’dan getirildi denirse de aslında vatanı kesin olarak belli olmayan bir çiçektir. Kanunî devrinde İstanbul’da büyükelçi olarak bulunan Avusturyalı ünlü seyyah ve yazar O. G. Busbecq, hatıralarında, Batı dillerindeki tulip (Latince tulipa, Almanca tulpe, Fransızca tulipe, İngilizce tulip, İtalyanca tulipano, Rusça tul’pan) kelimesinin Türkler tarafından “tulipan” şeklinde telaffuz edildiğini ve bununda Türklerin başlarına sardıkları “tülbent” ile alakalı bulunduğunu yazarak Avrupa’nın lâleyi Osmanlılar aracılığıyla tanıdığını söyler. Nitekim Anadolu coğrafyası lâleyi Türkler ile tanımış, Roma yahut Bizans ve öncesi kültürlerde lâle ile bağlantılı bir ize rastlanmamıştır.

Lâlenin kırmızı veya pembe renk ile alakası düşünülürse bu ismin la’l (kırmızı/pembe yakut) kelimesinden türediği var sayılabilir. ..


©John Perkinson

.. Gerçek lâlelerin hepsinde renkli 6 yaprak bulunur. Tac ve dal yaprakları ise yEşiL'dir. Yaprak sayısı altıdan fazla olan katmer laleler daha sonra üretilmiş olup GüL'e benzetilmişlerdir. Lâleler sonbaharda toprağa soğanlar hâlinde dikilir ve ilkbaharda bir tek çiçek açar. Kışın kendilerini dibe çekmeleri, soğanını ayaza çaldırmamak içindir. Kumlu ve gübreli toprağı severler ve açıldıkları zaman ancak birkaç gün dayanırlar. Gece kapanır, gün ışığında yapraklarını yayarlar. Koklanmaları hâlinde yaprakları erken dökülür..


©Heidi Swanson

Lâlenin kokusu yoktur, illa ki renkleri şairleri çıldırtacak kadar müstesna ve hayranlık vericidir. Klâsik Türk Şiirinde Lâle adlı araştırmayı yapan Ahmet Kartal’ın kitabında Akçağ yayınları, Ankara, 1998, 192 s. Lâlenin renkleri, adları, teşbih edilen unsurları vs. şairlerin beyitlerinden süzülerek verilmiştir. İşte lâlenin renkleri: Kırmızı (al, hamrâ, sürh, la’l, la’lîn, kızıl), kebûd (mavi), kibritî (açık sarı), zerd (altın sarısı), duhanî (koyu gri ve siyah), leylakî (mor), sefîd (beyaz), minâ (gök rengi), turuncu ve laciverdî... ...


© John Perkinson

Şairler lâleyi sevgilinin yüzüne, yanağına, dudağına ve taze geline de benzetmişler; âşıkın bağrını bedenini, sînesini, gönlünü ve gözünü de ortasındaki dağlama yarasını andıran siyah leke ile ölçmüşlerdir. Lâle ki sevgilinin yanağıdır; onu gören GüL, GüL'lüğünden utanır; salınışını gören servi salınmayı bırakır. Tıpkı Necatî Bey’in söylediği gibi:

Lâle hadler yine Gülşen'de neler etmediler
Servi yürütmediler; goncayı söyletmediler..


.. Vaktiyle XVI. yüzyılda Viyana’da yetiştirilmeye başlayan lâle bugün bütün Avrupa’yı etkisine almış gibidir. Artık Hollanda’daki lâle sevgisi neredeyse çılgınlığa (Tulipomania) varacak derecelere gelmiş; Kanada’nın Ottowa kentinde her mayıs adında lâle festivali düzenlenir olmuştur. Çok şükür ki lâle yeniden medeniyetimize 'merhaba' diyor. Lâleyi önemseyenlere selam olsun..


©Iskender Pala (benim tarafimdan kisaltilmis versiyonu)


Lale ile.. Aşkullah ile..